top of page

Virginia Woolf'un ‘’Kendine Ait Bir Oda’’sı Üzerinden Victoria Dönemi Kadın Yazarlara Bakış

Güncelleme tarihi: 3 May 2021

Elif İYİLİKÇİ*


Virginia Woolf’un belki de en bilinen eseri Kendine Ait Bir Oda 1929 yılında yayılanmış bir eser olmasına rağmen halen daha güncelliğini korumakta ve ses getirmektedir.

Woolf’un doğduğu yıl (1882) İngiltere’de kadınların toplum hayatına dahil edilmeye başlandığı günlere denk gelir. Virginia Woolf 19. ve 20. yüzyıllardan geriye doğru 15. yüzyıldan başlayarak kadınların entellektüel özgürlüklerinin olmayışının nedenini ekonomik sorunlara dayandırır.

Virginia Woolf’un doğduğu yıl İngiltere’de Victoria Dönemi (1837-1901) hakimdi. Victoria Dönemi kendi içerisinde birçok çelişki bulunan romantik bir dönemdi. Kilise-bilim, inanç-rasyonalite, zengin-fakir, üretkenlik-insani değerler, ahlaki değerler-fuhuş çatışması gibi çelişkilerin en yoğun yaşandığı dönemdi; cinsellik baskı altında tutulmaya çalışılmış kadın ya Azize Meryem ya da baştan çıkaran bir şeytan figürü olarak iki uçta kutuplaşmıştı. Dönemin aristokrat kadınlarının durumu iyi gibi gözükebilirdi ‘kendine ait bir odaları’, kütüphaneleri vardı ve dışarıda akan gerçek yaşamı bu kitaplardan öğreniyorlardı çünkü zamanın aristokrat kadınları sadece müzikallere ve balolara katılıyorlardı ama kırsal kesimde yaşanan fakirliklerden hiç de haberleri yoktu. Aristokrat kadınlar tabi ki zengin ve güçlüydü ama bu gücün sınırları da erkekler tarafından belirlenmişti. İngiltere, aristokrat kadını evine sıkı kurallarla hapsetmişti örneğin herhangi bir lady, çalıştığı takdirde unvanını yitireceği için çalışamamıştı ve durum onu kocasına veya babasına bağlı kılıyordu. Çoğu aristokratik kadın dönemin zihniyetinden ve kalıplarından kurtulamadığı için hak arayışlarına girmediler ama haklarını savunan Victoria Dönemi’nin orta sınıf kadınları oldu. Kadınların 21 yaşında evlenip çocuk sahibi olmaları bekleniyordu. Tek çalışma alanları evlilik, eşleri ise patronlarıymış gibi görülüyordu. Kadına çocuğunun ahlaki eğitimini sağlama görevi verilmişti ve nihayet 1840 yılında kadınların ilk örgütlenmesi başladı. Orta sınıfın başlattığı bu kadın örgütlenmesine işçi sınıfının ‘emekçi kadınlarından’ da destek geldi .


Ne yazık ki edebiyat alanında kadınlar erkekler gibi özgür değillerdi onların görevi şiir yazmak değil evlerinde oturup çocuklarına bakmaktı. Kadınlar çocuğu ve kariyeri arasında seçim yapmak durumunda bırakılıyordu. Woolf "Entellektüel özgürlük maddi şeylere bağlıdır. Şiir de entellektüel özgürlüğe bağlıdır. Kadınlarsa hep yoksul olmuşlardır, sadece iki yüzyıldır değil, dünya kurulalı beri." cümleleriyle bunu dile getirmiştir.

Aslında Victoria Dönemi’nden önce kadın yazarların durumu çok daha kötüydü. Virginia Woolf bu konuya 16. yüzyılın ünlü şairi ‘’Shakespare’nin Judith adında son derece yetenekli bir kız kardeşi olmuş olsaydı neler olurdu?” sorusu üzerinden dikkat çekmiş ve olası seneryoyu çizmiştir.

Daha sonraki dönem kadın yazarlardan olan Jane Austen’da Virginia Woolf gibi okula gidememiş ve babası tarafından eğitilmiş olduğu için diğer kızlardan şanslıydı. Woolf, dönemin aristokratik ailesinde dahi kadınların belli şekillere hapsedildiği için ‘’Gurur ve Aşk’’ gibi büyük bir eserin yazarı olan Jane Austen’ın yüksek tavanlı şömineli misafir kabul odasında, bir kenarda misafirlerden ve ev ahalisinden gizli saklı kitap yazdığını söyler. Kadınlara biçilmiş toplumsal kalıplar yüzünden Jane Austen 12 yaşında yazmaya başladığı romanlarını 25 yıl sonra yayımlamıştır.


Victoria Dönemi kadın yazarlarına bakıldığında ise yazarlar hep güçlü ve cesur kadın karakterler oluşturmuşlardır. Örneğin Charlotte Bronte’nin ‘’Jane Eyre’’si kadın özgürlüğüne ve kadın haklarına sahip çıkan ilk romanlardan biri olarak döneme damgasını vurmuştur. Ne yazık ki bu dönemde kadınlar hep takma adlar kullanarak eserlerini yayımlamak zorunda kalmışlardır. Dönemin ünlü kadın yazarlarından George Eliot gerçekte Mary Ann Evans olduğunu, Charlotte Bronte’nin ise Currer Bell takma adıyla yazdığını hangimiz biliyorduk ?

Nitekim bu dönemin çelişkileri bitmez ve Virginia Woolf zorla evlendirilmeye karşı çıkınca evinde dövülen kadınların, edebiyat eserlerinde baş tacı edilmesi gerçeğine şu satırlarıyla isyan eder ve şunları söyler :

“ ...bunun sonucunda son derece garip ve karmaşık bir yaratık çıkıyor. Düşsel planda kadın son derece önemlidir; gerçek yaşamda ise tümüyle önemsiz. Şiiri bir baştan öbür başa kaplar; tarihte hiç görülmez. Kurmaca yazınında kralların ve fatihlerin yaşamlarına hükmeder; gerçek yaşamda ailesinin parmağına bir yüzük geçirdiği herhangi bir oğlanın kölesidir. Kurmaca yazında en esin dolu sözler, en derin düşünceler onun dudaklarından dökülür; günlük yaşamda hemen hemen hiç okuyup yazamaz ve kocasının malıdır.’’

Bir başka açıdan bakacak olursak dönemin ünlü şairlerinden Robert Browning’in karısı Elizabeth Barret Browning’in şiirleri kocasından çok daha popülerdi ama Elizabeth Barret neden kendini geri çekmek zorunda kaldı?

Bazı yazarlar bu konuda Barret’in evlenmeden önce şiirde çok güçlü bir estetiğinin olduğunu ve toplumsal sorunlar hakkında yazdığını, Browning ile evlendikten sonra ise Browning’in bir gölgesi haline dönüştüğünü söylerler. Nitekim Browning’in, Barret’i sonelerinde ona olan aşkı hakkında yazması için zorladığı bile söylenir.

Bunun sebebi de dönemin erkek yazarları kadınların kendilerine rakip olmalarından korkuyorlardı ve kadınları alçaltarak her seferinde anlamadıkları işlere karışmamaları gerektiğini ve kadınların yazmasını ahlaksızlık ve aile hayatında yozlaşma olarak görüyorlardı. Elizabeth Barret’da bu kalıplara sıkışmıştı . Woolf ise bunu şu şekilde ifade etmişti:

"Bütün bu yüzyıllar boyunca kadınlar, erkeği olduğundan iki kat büyük gösteren bir ayna görevi gördüler. Uygar toplumlarda hangi işe yararlarsa yarasınlar, bütün şiddet ya da kahramanlık eylemlerinde aynalar gereklidir. İşte bu yüzden Napoleon da Mussolini de kadınların erkeklerden aşağı olduğunda bu kadar ısrarcıdırlar, eğer onlar aşağıda olmasalardı kendileri büyüyemezlerdi. Bu da çoğunlukla kadınların erkeklere gerekli olduğunu kısmen de olsa açıklamaya yarıyor."


Woolf bu kitabı yazdıktan sonra oldukça eleştiriye maruz kalmış ama bunları kulak arkası edebilmiştir. Zira Woolf’un ‘kendine ait bir odası’ vardı ve yazar babası tarafından iyi bir eğitim almıştı. Peki o dönem orta sınıfa veya işçi sınıfına mensup kız çocuğunun kendine ait bir odası olsaydı ve yüzyılın kalıplarından kurtulup yazmaya başlasaydı günümüzdeki erkek egemen dünyadan eşitlikçi bir dünyaya geçiş yapabilir miydik ?


Cevabınızı yorumlar kısmına bekliyorum.




KAYNAKÇA

Virginia Woolf – Kendine Ait Bir Oda (İstanbul: Kırmızı Kedi Yayınları, 2017)









325 görüntüleme8 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page